Bazı kavramlar adeta gizemli bir şekilde birbirlerine bağlıdır. Bir kavram ifade edildiğinde o kavramın çağrışım yaptığı birden çok kavram hafızamızda belirebilir. İnsan / şehir / kimlik ilişkisi de bu şekildedir.

Girizgâh olarak Hacı Bayram Veli Hazretleri’nin asırlar öncesinden günümüze ışık tutan ifadesiyle konuya dikkat çekmek istiyorum. 

”İnsan, şehri inşa ederken, aslında taşın toprağın arasında kendisini inşa eder. Gönülde her ne var ise, şehir olarak görünür. Gönlü taş olanın şehri taş, gönlü aşk ile dolu olanın şehri gülistan olur.”

İnsan şehrin sokaklarında, evlerinde, parklarında, iş yerlerinde, okullarında, dolayısıyla birçok mekânında yaşar ve zamanla bu mekanlarda da kendisini inşa eder. İnsanın fikir dünyasının şekillenmesine yaşadığı şehrin katkısı yadsınamaz bir boyuttadır.

Şehrin katkısı hem mimari olarak hem de şehrin diğer kültür ögelerinin etkileri olarak düşünülebilir.

Şimdilerde beton ve demirin tercih edildiği sözüm ona modern binaların tasarımlarında, medeni (!) çizgiyi yakalasak da insanın ve medeniyetin gereği olan bir kısım değerleri ihmal ediyoruz kanaatindeyim.

Şehir bir akvaryum ise insan balıktır.

Şehir bir bina ise insan tuğladır.

Şehir bir gökyüzü ise insan buluttur.

Şehir bir bardak ise insan sudur…

Şehir ve insan ilişkisi en çok da bardak ve su ilişkisi gibidir. Bardak şehre, su insana benzetilebilir. Sonuçta bardağı üreten de şekil veren de insandır. Suyu hangi kaba koyarsan koy konulduğu kabın şeklini alır. Su için bardak ne kadar önemliyse, insan için de şehir o kadar önemlidir.

Mekanların, sokakların, binaların, parkların, okulların, iş yerlerinin… 

Şehri şehir yapan tüm unsurların insan tabiatına etkisinden dolayıdır ki kadim kültürümüzden ‘ayrı’, değerlerimizden ‘gayrı’ donatılmış şehirlerin medeniyetimize faydasından çok zararı dokunacaktır kanaatindeyim.

Yetiştirdiğimiz nesillerin atasına, diline, kültürüne, töresine yabancı olması büyük bir tehlikedir. 

Evrensel bir bakış açısı kazanan insanın; sanatta, sporda, kültürde, musikide vb. alanlardaki bakış açısını, günlük hayatına yansıtması neticesinde kazanacağı kimlik şehrin teşekkülünde de çok önem arz edecektir.

Asırlarca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış bu kadim topraklar üzerinde hayat bulmuş milletin her bir ferdinin hem evrensel hem de öz kültürünün farkında olması ve bu kimliğin gereklerini yerine getirmesi gerekir. 

Şehirleri meydana getirenlerin mekanlar ve insanlar olduğu gerçeğiyle hem mekanların bu kimliğe uygun olarak teşekkül ettirilmesi hem de insanların bu kimliğin bilinciyle donatılması bizlerin yegâne görevidir. 

Şehri taş, beton, cam, çelik olan bir kültürde insan da sığ ve gönül ikliminden uzak olacaktır. 

Tersine Sorular ¿

  • Sokakları dar, girift ve çıkmazlarla dolu bir şehirde yaşayan bir insanın beyni nasıl olur da kargaşayla dolu olmaz ¿
  • Trafik sorununun had safhada olduğu bir şehirde insan nasıl kavga ve gürültüden uzak kalabilir ¿
  • Dikey mimarinin hâkim olduğu, insanlara nefes alacak mekanlar bırakılmadan yapılan şehir planları neticesinde keşmekeşin hüküm sürdüğü bir şehirde insan kendisi ile nasıl baş başa kalabilir ¿
  • Yoğun hava kirliliği efektli manzarada evinin daracık penceresinden bakıp şehrin hengamesini gören insan aklı selim olabilir mi ¿

Şehrin Kimliği;

Şehirlerimiz insan unsurlarıyla ve kadim geçmişimizin izleri ile daha anlamlı mekanlar haline gelecek ve kimlik bulacaklardır. Bu minvalde düşünüldüğünde her şehrin, o şehri medeniyet ailesinde yükselten, öz kültürünü geçmişten geleceğe aktaran Ulu’ları olduğu görülür. 

Bu Ulu’larla birlikte şehri öz mimarimiz ile donatarak ona bizim anladığımız manasıyla kimliğini veren eserlerin kıymeti harbiyesi de fazlacadır.

Ankara denildiğinde; Mustafa Kemal Atatürk / Anıtkabir, T.B.M.M. Binası, Hacı Bayram-ı Veli Türbesi, daha niceleri…

İstanbul denildiğinde; ”Roma’nın son parlak eseri” olarak adlandırılan Ayasofya, Süleymaniye Camisi, Topkapı ve Çırağan Sarayları, Galata Kulesi, daha niceleri akla gelecektir…

İzmir denildiğinde; Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım’ın mezarı, Konak Meydanı ve Saat Kulesi.

Şehirlerimizin kimlikleri içlerinde barındırdıkları unsurlarla ölçülür.

Bu unsurlar yaşayan veya hayatını kaybetmiş bir ‘Ulu’ kişi olabileceği gibi; bir cami, bir han, bir kütüphane, bir sembol bina vb. olarak da karşımıza çıkabilir.

Şehrin kimliğini oluşturan bu sembol kişi ve eserlerin bilinirlikleri ve gelecek nesillerin bu ‘Ulu’lardan yoksun bırakılmaması gerekir. 

Bu sayede geçmişten geleceğe kurulan köprüler şehirlere kimlik, insana aidiyet ve şehir algısı verecektir.

Arapça bir deyim der ki: ”el-rûh-ı mebhûsa hâhna” 

Anlamı ”ruh hiç hapis olunur mu?” 

Beş duyu organımızla hissedemeyeceğimiz fakat varlığını idrak ettiğimiz bu olgu her şehrin bir ruhu, kimliği olduğudur.

Örneğin Avrupa’da olsanız ve sizi bilmediğiniz bir şehre götürseler  (o şehrin kendine özgü eserleri haricinde ) gördüğünüz herhangi bir mekanı, bulunduğunuz şehrin benzer şehirler ile farkı olmadığı için ayırt edemez ve hangi şehirde olduğunuzu anlayamazsınız.

Birçok Avrupa ülkesinde şehirler benzer yapıdaki evler, düzenli sokaklar, tren hatları, bisiklet yolları, parklar vb’ den oluşur. Modern şehirler noktasında Avrupa’nın hakkını yiyemeyiz fakat birbirinin benzeri şehirlerinde eksik olan unsur bence ruhtur (şehrin kimliği )

Ülkemizde; coğrafi zorunluluklar, farklı kültürlerin iç içe geçmiş durumları, alışkanlıklar, gelenek ve görenekler gibi birçok unsur neticesinde İzmir ile Van, Mersin ile Sinop farklı şehir kimlikleri ile karşımıza çıkar. Bizi biz yapan kader ve tasada birlikteliğimizin haricinde şehir kimliklerinin farklılığı kültürümüze de renk katar. 

Farklı şehir kimliklerinin korunmasına özen göstermek gerekir. Mimari geleneklere, şehrin manevi unsurlarına, kültür ve medeniyet sembollerimizin gelecek nesillere aktarılmasına dikkat etmek, şehirlerin genetik kodlarının aktarımı olduğu için mühim bir meseledir.

Şehirlerimizdeki mimari unsurlar;

Nüfusuna oranlandığında yüz ölçümü olarak küçük bir alanda kurulmuş bir şehirde; trafikte, okullarda, sokaklarda ve yollarda yoğunlukların görülmesi beklenen bir durumdur. 

Beton, cam ve metal arasına sıkıştırdığımız genellikle devasa büyüklükteki binalardan oluşan şehirde insan maviye ve yeşile hasret kalmanın yanında huzura, dinginliğe ve sakinliğe de özlem duyar. 

Huzurlu mekanlar ve dingin sokaklar ancak özünü yitirmemiş mimari eserlerle mümkündür. 

Kültür ve medeniyetimizin izlerini taşıyan, kimliği olan bir şehir istiyorsak; 

Yatay mimarinin dikkate alındığı, yeşilin ve doğanın şehrin geneline hâkim olduğu, kültür ve medeniyetimize ait izlerin mimarisine yansıdığı daha geniş alanlara kurulan şehirler inşa edilmelidir. 

Bu sayede trafikteki yoğunluktan, dikey mimarinin yan etkilerinden, keşmekeşten kurtulup huzur ve sükunun hakim olduğu bir şehirde daha mutlu bir yaşam süreriz.

Mutlu ve huzurlu insanların oluşturduğu şehirlerde ise kuralların işletildiği sistemler ve daha üretken insanlar görebiliriz. Refah seviyesinin şehir mimarisi ile ne alakası var diyenler, bu örnekler üzerinden düşünsünler isterim.

Şimdilerde bir insan evinin bir köşesinde ilgi duyduğu alanda el emeği- göz nuru herhangi bir sanat dalıyla uğraşarak boş zamanlarını geçirmek istese ya komşusunun şikayetiyle ya da evindeki huzursuzluklarla karşılaşacaktır.

Binalar içinde dört duvar arasında sıkışmış bir insanın bırakın sevdiği uğraşını gerçekleştireceği bir mekânı olmasını, ayağını basacağı bir toprak parçası bile neredeyse yoktur.

Gelişmiş bir ülkede ise durum tam tersi olunca üzülmüyor değilim. İnternet üzerinden herhangi bir şehrin haritasına baktığınızda göreceğiniz manzara aşağı yukarı şöyledir. 

Evlerin önlerinde yeşil alanlar, garajı olan ve hobi maksatlı kullanabilecek mekanları bulunan tek ya da iki katlı binalardan oluşan yerleşim alanları, geniş yeşil alanlar sayesinde hava alan planlı ve ölçekli şehirler, trafik ve insan yoğunluğundan, kargaşadan uzak yatay mimari ile kurulmuş şehirler…

Yeni kurulacak şehirlerde; kültür, sanat ve spora erişimin kolay olduğu, insanın hem karnını hem de ruhunu doyuran bir şehirdeki üretken ve mutlu insanların oluşturduğu devlet de huzurlu ve güçlü olacaktır.

Prof. Dr. İlber ORTAYLI ”Bir Ömür Nasıl Yaşanır / Hayatta Doğru Seçimler İçin Öneriler” kitabında;

”Bir şehrin nasıl bir yer olduğunu öğrenmek için, küçük insanın nelerle mutlu olduğuna bakın. Onlar şehirden istifade edebiliyorsa, orası iyi bir şehirdir. Burjuvazi yolunu her yerde bulur ama küçük insan bulamaz.” diyerek konunun başka bir ayrıntısını da akıllara getiriyor. Konuya bu açıdan bakarak ülkemizdeki ve dünyadaki şehirleri kıyaslayalım. Bakalım sonuç ne olacak?

Gelişmiş ülkelerdeki tüm şehirlerin anlatılan düzeyde sistemli olmadığı gibi, bizde de tüm şehirlerin kargaşanın esiri olduğunu söyleyemeyiz. Fakat genel manada durum böyle olunca özlediğimiz gönül insanlarını yetiştirecek şehirlerimizin bulunması hepimizi mutlu edecektir. 

Uzun lafın kısası;

Sözün başında Hacı Bayram-ı Veli Hazretlerinin birkaç cümle ile özetlediği hususu bir araba dolusu laf ile izah edemesek de konuyu baştaki örneğimiz ile alakadar olarak şöyle bağlayabiliriz.

Su bizim için ne kadar önemliyse, bir o kadar da suyun aziz ve temiz kalması için suyun konulduğu kap da önemlidir. 

Şehrin insan ile ilişkisinde insanı insan yapan kültür ve medeniyet unsurlarını insan ruhuna işleyen yegâne etki şehrin kimliğidir. Yaşadığı çevre, doğup büyüdüğü şehirdir insanı değiştiren, belki de suyu kirletip kullanılamaz hale getiren.

O halde şehirlerimiz bugünlerimiz ve yarınlarımız için önemlidir. Ya içinde kirlenmeden, bozulmadan yaşayacak bir nesil yetiştirmek için şehirlerimizi bu değerler sistemine uygun inşa edeceğiz ya da yok olup elimizden kaçıp giden geleceğimizi kendi ellerimizle toprağa gömeceğiz.

Sağlıcakla, hoşça kalın…

#, #, #, #, #, #, #

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir