Huzurun mevsimi mi olur, gökten mi iner huzur?
Gökten iner ve mevsimi olur, azizim, huzur dediğinin. Böyle bir mevsimde yerli yersiz mutlu olur insan. Kelebeğin kanadındaki renge dikkat kesilir; müziğin ritmine daha çok kaptırır kendini bu mevsimde. Bir çocuğun gülüşünü dünyalar kadar anlamla hisseder ve güldüğünde ruhunu kaplayan hafiflik ayaklarını yerden bile keser.
Huzur gökten nasıl iner?
Her kaderin kederi geçtiğinde iner. İki zorluk arasında belirir bir kolaylıkla. Olması gerekenle olan arasında endişelerin yersiz, teslimiyetin ise sonsuz olduğunu fark ettiğinde iner. Bir dinginlik bürür önce kalbi ve bedeni; sonrasında bir deprem olur ruhunda ve o sarsıntılar sürerken anlarsın geçici telaşların yersizliğini. Teslimiyet işte burada başlar ve “Olanda hayır vardır.” dersin ya, işte o anda inmeye başlar huzur, şerha şerha. Göğü yararak kalbe doğru, sabahın ilk ışık hüzmelerinin göze girmesi gibi girer. Kalbin o müteessir odacıklarında yer kapladıkça gözbebekleriyle beraber umutları da büyütmeye başlar.
Hangi mevsim huzurdur?
Ömür dediğin ne ki azizim… İki sela arasını kaplayan bir an, hepsi hepsi. İyilikle kötülüğün, bollukla kıtlığın, kardeşlikle düşmanlığın, iptidailikle medeniliğin; hasılı, bütün ikiliklerin içinde iki lahza arasındaki bir an… Bu manzumede insan doğan fakat insan kalabilen herkes için huzurun mevsimi vardır, azizim. Seçim bir kaderden ötedir ve hâl ü pür melali gösterir insanın seçimini. Seçimini iyilikten ve insan kalmaktan yana yapan kişinin ömrü, o gökten inen huzurla kesişir ve huzurun mevsimi hüküm sürer yaşamına. Bu, bir zamansal kısıttan öte hissetmekle alakalıdır. Yaşadığını hissettirir insana huzur mevsimi. Dediğim gibi, kelebeğin rengi gökkuşağının cazibesine bürünür; yağmurun ritmi müziğin ahengiyle dans eder. Masumiyetle samimiyet, samimiyetle teslimiyet kardeş olur ruhta. Yaşamak işte böyle bir şey olsa gerek, der; ve farkında olmaya başlar, etrafında olanla olmayanı ayırt eden insan. Huzurun mevsimi ruhu kapladığında her şey bambaşka bir şekilde tezahür etmeye başlar. Maddenin sırrı, mananın hükmüyle kaplanır. Zamansal değildir huzurun mevsimi; hissetmek, yaşamak, samimiyet ve masumiyet gibi birçok insani olguyla doğrudan alakalı bir hâl, bir bilinç ve bir iç yolculuktur.
Hayatın özüne dair hakikat bazen en ince temaslarda kendini açığa vurur: Bir sabahın serinliğinde yüzüne değen rüzgârda, beklenmedik bir tebessümde ya da kalabalıklar arasında varlığını fark ettiren bir sessizlikte… İşte insanı ayakta tutan, ona yol gösteren ve ömrüne anlam katan bu ince titreşimlerin bütünüdür.
İkiGai
Japonların “ikigai” dediği de budur: Yaşamı sürdürme mecburiyetinin ötesinde, yaşamı yaşanmaya değer kılan derin sebep. O sebep, insanın omuzlarına yük değil; kalbine kanat olur.
İkigai, gönüllü bir sadakattir hayata; insanın kendi özüne verdiği sözdür. İnsanı yataktan kaldıran, gözünü ışığa kavuşturan şey çoğu zaman büyük idealler değil; en içten samimiyetle bağlandığı küçük gayelerdir. Bir çiçeğe su verirken duyulan sevinç, bilgiyi paylaşırken hissedilen dinginlik, bir çocuğun gözünde parlayan güven… Bunların her biri yaşamın gerçek mihenk taşlarıdır. Bu taşlar kutlu bir bütün hâline geldiğinde, insan kendi ikigai’sini bulmuş olur.
Huzurun inişi ile ikigai’nin çağrısı buluştuğunda insan ömrü yeni bir boyuta taşınır. Artık zaman, sadece mekânsal bir akış değil; mana ile örülmüş bir serüvendir. İnişler, çıkışlar, kayıplar ve kazançlar içtenlikle kavranır ve hakikat gözden kaçmaz. İnsan artık hayatı tüketen bir yolcu değil; hayatın tadını çıkaran, onda şükür ve hikmet arayan bir seyyah hâline gelir.
Belki de asıl mesele, hayatın ortasında bir anlamı “arama” telaşında değil; mevcut anlamın zaten bizde saklı olduğunu idrak etmektedir. İkigai, bu saklı kaynağı açığa çıkaran bir çağrı, bir davettir. Huzur ise bu çağrının yankısını taşıyan bir iklimdir. İkisi birleştiğinde varoluşun ağırlığı hafifler; insan kendi ömrüne şefkatle bakmayı öğrenir.
Böyle bir hayat tasavvur edildiğinde, ömür süresinin uzunluğu yahut kısalığı önemini kaybeder. Çünkü her gün, kendi sebebini içinde taşıyan eşsiz bir armağandır artık. İnsan yürüdüğü yolda attığı her adımda aynı fısıltıyı duyar gibi olur:
“Yaşamak yetmez; yaşamanın sebebiyle bir ol.”
Kalbin selametini sağlamalı insan; zira kalbi dingin olanın ömrü, ikiGai’nin ışığında daim bir bayram yerine dönüşür.
Vesselam.