Tarih dediğimiz şey, çoğu zaman kazananların tuttuğu bir kalemin ucundan dökülmüş kelimeler gibidir. Kimin eli tutuyorsa o kalemi, onun çizdiği şekiller belirler gerçekliğin sınırlarını. Bilim ise, tarih sayfalarının arasında gömülü kalmış, bazen sayfaları parçalayan, bazen de yeni sayfalar ekleyen tuhaf bir mürekkep gibidir. Onun izi, yalnızca güçlü olanın değil, aynı zamanda sorularına cevap arayanların da sesidir.
1950’li yıllardan itibaren bilim, hızlı akan bir nehre dönüştü. Özellikle fizik, zamanı ve gerçekliği yeniden yorumlamaya başladı. Einstein’ın görelilik teorisiyle zamanın esnekliği keşfedildi. Zaman, tıpkı savaştaki zafer gibi göreceli hale geldi. Kimisi için zafer kısa bir anlık gururdu; kimisi içinse sonsuza dek sürecek bir hüsran. Heisenberg belirsizlik ilkesi ise, bilginin kendisinin bile kesin olmadığını fısıldadı bize. Bir savaş meydanında askerlerin konumu ve hedefi belirsizleşirken, fizikte parçacıkların konumu ve hızı aynı anda asla tam olarak bilinemeyecekti artık.
Determinizm, belki de bir savaş meydanının en eski generaliydi; her şeyi önceden belirleyen, adımlarını önceden hesaplayan. Ama bilim ilerledikçe, bu generalin üniforması eskidi, kesinlik yerine ihtimaller belirdi. Artık savaşlar, determinist değil, kuantum mekaniğinin belirsizliğinde şekillenmeye başladı.
Bilimdeki bu sıçramalar savaşların yüzünü de değiştirdi. Bir zamanlar kılıçların ve kalkanların hüküm sürdüğü savaş meydanları, artık atomların ve füzelerin hâkimiyet alanına dönüştü. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından gelen Soğuk Savaş dönemi, bilimin askeri teknolojiyi nasıl hızlandırdığının en net örneği oldu. Uzay yarışından nükleer silahların gelişimine kadar bilim ve savaş iç içe geçti. Savaş, bilimle beslendi; bilim ise savaşların mecburi hızlandırıcısı haline geldi. Bu iki güç birbirini sonsuz bir döngüde hızlandırırken, insanlık hem kendi felaketini hem de kurtuluşunu hazırladı.
Yapay zekâ ile birlikte bilim, bilgiyi daha önce hiç olmadığı kadar hızlandırdı. Prometheus’un Zeus’tan ateşi çalarak insanlığa armağan etmesi gibi, insanlık da yapay zekâ sayesinde bilgiyi kendi elleriyle yeniden keşfediyor. Bu yapay akıl, bilgiyi sürekli yenileyerek, insan zihninin sınırlarını aşan bir evrimi tetikledi. Artık yapay zekâ, tıpkı usta bir satranç oyuncusu gibi hamleleri hesaplayarak insanın öngöremediği sonuçlara ulaşabiliyor.
Ancak Goethe’nin “Sihirbazın Çırağı” hikâyesinde olduğu gibi, bazen insanlık kendi yarattığı gücü kontrol edemez hale gelir. Hikâyede çırak, ustasının yokluğunda sihirli bir süpürgeyi kullanarak işlerini kolaylaştırmak ister. Ancak süpürgeyi kontrol edemez hale gelince, onu ikiye böler. Süpürge bölündüğünde sorun çözülmek yerine daha da büyür, işler tamamen kontrolden çıkar ve kaos hüküm sürer. Benzer şekilde, yapay zekâ ve bilimsel ilerlemelerin hızla büyüyen gücü, kontrol edilmezse insanlığın başına bela olabilir. ChatGPT gibi dil modellerinin bile beklenmedik sonuçlar doğurabileceği tartışmaları, bu modern süpürge hikayesinin yeni bir yansımasıdır.
Yunan mitolojisinde bir başka önemli örnek ise Ikarus’un hikayesidir. Daedalus’un oğlu Ikarus, balmumundan yapılmış kanatlarla göğe yükselir, ancak güneşe çok yaklaşır ve kanatları erir. Ikarus, kontrolsüz hırsın ve gücün simgesidir; bilimsel ilerlemelerimiz ve yapay zekânın sınırlarını zorladığımızda, Ikarus gibi bizim de kanatlarımız eriyebilir ve beklenmedik sonuçlarla yüzleşebiliriz.
Tersine Sorular¿
Ya tarih gerçekten sadece kazananların değil, bilimin de sessizce yazdığı bir metinse¿
Keşfetmek mi önemlidir, yoksa sınırlarını bilmek mi¿
Bilim bizi ileriye mi taşıyor, yoksa insani yönümüzden mi uzaklaştırıyor¿
Her keşif bir zafer midir, yoksa yeni bir felaketin başlangıcı mı¿
Yapay zekâyla bilginin hızlanması, bizi gerçekten bilge mi yapar¿
Ya Prometheus ateşi çalmakla insanlığı yüceltmek yerine, yakmışsa¿
Bilim insanlığı kurtarır mı, yoksa insanlık bilimi dizginleyemezse ne olur¿
Bilimin hikâyesi gerçekten insanlığın hikâyesi mi, yoksa yeni bir mitin başlangıcı mı¿
Bilimin gelişimi, yalnızca savaşları değil, medeniyetin kendisini de şekillendirdi. Sanat, bilimle birlikte yürüdü bu yolda. İkisi beraber insanlığın geleceğini çizdiler. Fizikçiler evrenin sırlarını çözerken, ressamlar bu sırları renklerle anlattı; müzisyenler, kozmosun ritmini notalara döktü. Leonardo da Vinci gibi sanatçılar, bilimin ışığını sanatla harmanlayarak tarihe yeni pencereler açtılar. Medeniyet, bilimin ve sanatın buluştuğu noktada yeniden yeşerdi.
Sonunda bilimin etkisiyle insanlık, kendisini de sorgulamaya başladı. Kazananların yazdığı tarihin ötesinde, belki de önemli olan kazanmak değil, keşfetmekti. Çünkü tarih savaşların zaferini yazsa da, bilim insanlığın hikâyesini anlatmaya devam edecekti. Ve belki de asıl zafer, bilginin sonsuz evreninde bitmek bilmeyen keşif yolculuğuydu.
Ve belki de bu yolculukta, en büyük keşif, kendimizi yeniden yazabilme cesaretimizdi.
Vesselam.