Az miktarda kullandığımız birçok şeyi çok miktarda kullanırsak ne olur, hiç düşündünüz mü? Bir tutam tuz yemeği lezzetlendirirken, fazlası onu yenmez hale getirir. Birkaç damla parfüm insanı büyülerken, fazlası rahatsız eder. Az, bazen kıymet, çok ise fazlalık olur. Eski Yunan Filozofu Paracelsus şöyle der: “Zehir ile ilacı ayıran dozudur.” Tüketmek bunun ayrı bir boyutu…
Duygular ve Eşyalar…
Kıyafetlerin çokluğu mu anlam verir insana, yoksa hissettirdikleri mi? Gardırobunuzda yüzlerce kıyafet olabilir ama içlerinden sadece birkaçını severek giyersiniz. Sahip olduklarımız arttıkça, değer verdiklerimiz azalır bazen. Çokluk, bazen anlamı yok eder.
Sevgiye bakalım mesela… Birine az ama samimi sevgimizi gösterdiğimizde, onun kıymeti artar. Ama sevgiyi ölçüsüzce, gelişigüzel her yere dağıttığımızda, sıradanlaşır, etkisini kaybeder. Özlediğimiz birini az görmek onu daha özel kılar, ama her an birlikte olmak kimi zaman değeri azaltır.
Az’ın Kıymeti
Bir bilgeye öğrencileri sormuş:
“Üstat, neden insanlar sahip oldukları şeylerin kıymetini bilmiyor?”
Bilge, öğrencilerine küçük bir deney yapmayı teklif etmiş. Her birine birer bardak su vermiş ve içmelerini istemiş. Ardından, sıcak güneşin altında uzun bir yol yürütmüş. Yolun sonunda susuzluktan bitap düşen öğrencilerine yine bir bardak su uzatmış.
O an öğrencilerden biri dayanamayıp sormuş:
“Üstat, bu su neden şimdi çok daha değerli?”
Bilge gülümseyerek cevap vermiş:
“Azlık, kıymet katar evlat. İlk içtiğiniz suyun değeri yoktu çünkü fazlası vardı. Ama şimdi, suyun ne kadar önemli olduğunu anladınız. İşte hayatta da böyledir; fazla olanın değeri azalır, az olanın kıymeti artar.”
Bu hikâye, sahip olduğumuz şeylerin değerini belirleyen şeyin miktar değil, ihtiyaç olduğunu gösteriyor. Ne kadar azsa, o kadar değerlidir.
Maddi ve Manevi Boyutta Azlık ve Çokluk
Maddi dünyada fazla mal, bazen bir yük olabilir. Büyük evler, onlarca kıyafet, her yıl değiştirilen telefonlar… İnsan ne kadar çok şeye sahip olursa, o kadar çok kaybetme korkusu taşır. Oysa mütevazı bir yaşam, huzurun ta kendisidir. Minimalist yaşam tarzının giderek dünya genelinde daha çok kabul gördüğünü de unutmamak gerekir.
Manevi dünyada da durum aynıdır. Çok konuşmak değil, anlamlı sözler söylemek değerlidir. Çok insan tanımak değil, birkaç gerçek dosta sahip olmak önemlidir. Kalabalık içinde yalnız kalmak yerine, az ama samimi insanlarla çevrili olmak daha büyük bir mutluluktur.
Mevlânâ’nın dediği gibi:
“Az söz erin yüküdür, çok söz hayvan yüküdür.”
Bazen bir kelime, sayfalarca yazıdan daha etkilidir. Bir gülümseme, binlerce cümleden daha anlamlıdır. Alim ile arifin farkı gibi. Arif kişi bazen bir kitaplık laf eder tek bir cümlesiyle, alim kişi ise bir kitap dolusu söz eder fakat nafile.
Yunus Emre’nin şu dizesi de şurada kalsın:
“Bir sinek bir kartalı salladı vurdu yere.
Yalan değil gerçektir ben de gördüm tozunu.”
Alma- Verme Dengesi
Hayatta alma ve verme dengesi de azlık ve çokluk arasındaki denge kadar önemlidir. Sürekli almak insanı doyurmaz, sürekli vermek ise tüketir.
Toprak suyu yeterince almazsa, kurur. Fakat fazla su alırsa, bataklığa dönüşür. İnsan ruhu da böyledir ne çok aç ne de çok tok olmalı.
Vermeden almak doyumsuzluk getirir. Karşılıksız sevgiyi, dostluğu, emeği almak ama hiçbir şey vermemek, içimizde bir boşluk bırakır. Öte yandan, sürekli vermek ama hiç almak da insanı tüketir, ruhen yorar. Sevgi, ilgi, şefkat, maddi ve manevi tüm değerler dengeli alınıp verildiğinde kıymetlidir.
Bir Japon atasözü der ki: “Nehrin kenarında durup sadece su alırsan, zamanla nehir kurur. Ama içine biraz su geri bırakırsan, sonsuza kadar akmaya devam eder.”
Bu yüzden hayat, alma ve verme arasında ince bir çizgidir.
Fazlalık Tüketir, Azlık Değer Katar
Eski zamanlardan bir hikâye anlatılır:
Bir gün bir kral, bilge bir adama sorar:
“Mutluluk için daha çok şeye mi sahip olmalıyım?”
Bilge bir bohça çıkarır, içine taş koymaya başlar. Önce birkaç taş hafiftir, sonra biraz daha ekler. Bir süre sonra bohçayı taşımak imkânsız hale gelir. Bilge, kralın gözlerine bakar:
“Mutluluğu fazlalıklarda ararsan, yükün artar. Az ve yeteri kadar olan ise seni özgür kılar.”
Bugün bakıyoruz, insanlar hep daha fazlasını istiyor. Daha fazla para, daha fazla eşya, daha fazla arkadaş… Ama bu fazlalık, çoğu zaman ruhumuzu ağırlaştırıyor. Oysa az ama anlamlı olanlar, insanı hafifletiyor.
Sonuç: Az mı, Çok mu?
Ne zaman ki bir şeyin yokluğunu hissederiz, işte o zaman değerini anlarız. Çokluk, bazen körleştirir bizi; azlık ise farkındalık kazandırır. Gerçek mutluluk, çok şeye sahip olmakta değil, sahip olduklarımızın kıymetini bilmektedir.
O yüzden belki de az olanın güzelliğine, çok olanın ağırlığına daha fazla dikkat etmeliyiz. Çünkü fazlalık tüketir, azlık ise değer katar.
Ve unutmamalıyız ki, hayat alma ve verme dengesiyle güzeldir.
Ne yalnızca alan olmalı ne de sürekli veren…