İki görünmez kanadı vardır insanın. Bunların yanında; bir kalbi, duyacak bir kulağı, söyleyecek birkaç sözü, anlamlandıracak bir idrak ve vicdanı da olmalı. Bütün bunları akılla süsleyerek yaşayan insan madde ve mananın oranlar itibarıyla adaletle birleşmesiyle ancak tamam olur.

Madde ve mananın oranları azalıp arttıkça bu terazi şaşar. Doğru terazi ise çok önemlidir. Altını kömür kantarında tartmaya çalışmaya benzer şaşan hesap. İnsan madde ve mananın süslediği iki kanadına eşit yüklerle bu kutsal görevi yüklerse havalanır. İnsan doğmakla insan kalmak arasında ince bir çizgi vardır. Herkes insan doğar ama insan kalamaz. İnsanın tanımını yapmak da zor iştir. Tanımladım diyen yanılır, anladım diyen utanır. 

Gelgelelim insanın başka meziyetlerine. Herkes agah olamaz mesela, bunu beklemem de. Eskiler ‘mütenebbih‘ diye bir söz ederler. Aklını başına toplamış demek aslında. Herkes mütenebbih de olamaz. Ama bildiğim bir konu var ki o da şudur. İnsan çevresinde olan biteni anlamak için kalbini ve aklını kullanarak vicdan terazisinden şaşmazsa daha anlam yüklü olur. O vakit agah ve mütenebbih olmaya da başlar. 

Peki;
İnsan diyelim dinledi, anladı mı?
Diyelim anladı, uyguladı mı?
Diyelim uyguladı, fayda sağladı mı?
Diyelim fayda sağladı, tekrar etti mi? 
Yapacağı her iş ve oluşa kendinden başkaca; ailesi, çevresi, toplum ve devletini de hesaba kattı mı?

Hayat diyerek anlamlar yüklediğimiz saltanatın bir AN’lık hükmünü hür bir mecrada bir günmüş gibi görmek lazım.  İnsanlık onurunu unutmadan, ne yaşadımsa kar demeli insan. Pişmanlıkların birikintisi ya da yaşanmışlıklardan arta kalan da olmamalı hayatta. Ne yaptıysam ben özgür irademle yaptım. Bunların hepsi ben yaşarken oldu demeli.

Özgür iradesiyle önüne çıkan yollardan aklını ve kalbini kullanarak seçimler yapabilen insan için değişim kaçınılmaz olur ki bu da insanın doğasında olan ve kanatlarını güçlendirecek bir etmendir.

Franz Kafka’nın bir eserine konu güzel bir hikayeyle bu değişim konusuna örnek verelim. 

Franz Kafka, bir zamanlar parkta gezinti yaparken gözleri yaşlarla dolu bir kız çocuğuyla karşılaşmıştı. Küçük kız, kaybettiği oyuncak bebeği yüzünden derin bir üzüntü içindeydi. Kafka, kendi bebeğini bulmak için söz verdi ve bir sonraki buluşmaları için ayrıldılar. Ertesi gün, yine aynı noktada buluştular. Kafka, bulamadığı bebeği için küçük kıza bir mektup yazmıştı ve bebeğinin uzun bir yolculuğa çıktığını anlatmıştı. Bu mektuplarla dolu buluşmalar bir süre devam etti.
Son buluşmalarında Kafka, küçük kıza yeni bir oyuncak bebek hediye etti. Küçük kız, kaybettiği bebeğinden oldukça farklı olan bu oyuncakla şaşkınlıkla karşılaştı. Ancak bebeğin üzerindeki not, küçük kızın şaşkınlığını giderdi: “Yolculuğum beni çok değiştirdi.”
Yıllar sonra, artık bir yetişkin kadın olan küçük kızın fark edeceği bir şey vardı. Bebeğin gözündeki küçük çatlakta sıkıştırılmış bir notun varlığı. O not, derin bir anlam taşıyordu: “Sevdiğin her şeyi belki kaybedeceksin, ama sevgi farklı bir şekilde yeniden karşına çıkacaktır.”

Franz Kafka’nın bu dokunaklı hikayesi, kaybolanın yeniden bulunmasının ve sevginin sonsuzluğunun bir sembolü olarak kalplerde iz bıraktı.

İki kanatlı bir varlık olarak insanın bu manevi boyutu ve sevgi hissi nasıl yorumlanabilir?

İnsanın sevdiğine gösterdiği bütün hisler yaşamına derin bir anlam katar. Bu yeni anlamlar değişimi de yanında getirir. Aşk dolu günlerle değişen insan bambaşka biri olmayı sevdiğine borçludur. Sonsuzluk hissi işte burada devreye girer ve aşkın varlığını bu hisle bütünleştirir.

Sevgi, insanı değiştirerek farklılaştırır.

Bambaşka biri yapar adeta.

Kişi sevdiğine minnettar günlerinde yaşamanın tadına varır.

Hayal kırıklıklarının ötesinde, hayal kurmanın güzelliğini keşfeder.

Renkleriyle daha mutlu olduğunu anlar.

Hayatın anlamını, kendince yeniden keşfeder.

Sevdiğinin gözlerine baktığında tarifsiz duygular yaşar.

Onunla konuşurken her anı yaşama hissiyle dolar.

Her anını onunla geçirmek isterken, enerji ve samimiyetle dolu bir hayatın keyfine varır.

İşte böylece, saf aşkın tadına vararak, bambaşka bir insan olur.

Kırgınken, üzgünken bile sevmeye devam eder, çünkü gerçek aşk budur.

Sevdiği, menzili olur. Küçük bir derenin denize özlemi gibi ona akar. 

Sevgi böylece gerçek aşka dönüşür. İnsan değişerek başkalaşır. İki kanadını birden güçlendirdiğinde ise çırpınmaya başlar.

Yaşamadan ölmemek için.

Akıl ve kalbin şaşmaz dengesinde ve bir insan olduğunuzu unutmadan, agah ve mütenebbih bir şekilde hayatı okuyarak, yolculuğun insanı geliştirerek değiştiren bir bir şans olduğunu bilerek, karşınıza çıkan sevginin her AN’ını değerlendirerek sonsuzluk hissini aşkla yaşarsanız, yaşamadan ölmemiş olursunuz.

Benden söylemesi.

Sağlıcakla, hoşça kalın.

By Dr. Ahmet Yalkın

Dr. Ahmet YALKIN, 1979 yılında Yozgat-Boğazlıyan’da doğdu. İlk öğrenimini Yozgat’ta, orta öğrenimini ise Kayseri’de tamamladı. Lisans eğitimini Erciyes Üniversitesi Kimya Bölümü’nde, yüksek lisansını ise aynı alanda Bozok Üniversitesi’nde gerçekleştirdi. 2024 yılında Mersin Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü’nde doktorasını tamamladı. Kariyerine 2002 yılında Yozgat Merkez Atatürk Lisesi’nde öğretmen olarak başlayan Yalkın, çeşitli eğitim kurumlarında öğretmenlik ve idarecilik görevlerinde bulunmuştur. 2014 yılında atandığı Mezitli İlçe Milli Eğitim Şube Müdürlüğü görevinin ardından, 2020 yılından beri Tarsus Üniversitesi’nde meslek hayatına devam etmektedir. Ahmet Yalkın, Avrupa Birliği, kalkınma ajansları ve sosyal-kültürel projelerde koordinatörlük yaparak çeşitli proje ve araştırmalara katkıda bulunmuştur. Fen bilimleri, özel eğitim ve kimya alanlarında bilimsel çalışmalar yürütmüştür. Ayrıca, Fütüristler Derneği ve Mersin Valiliği Proje Koordinasyon Birimi bünyesinde kurulan Mersin Geliştirme ve Araştırma Derneği (MERGAD) Yönetim Kurulu Üyesidir. Bilim ve sanat alanındaki yazılarını kişisel internet sayfasında paylaşmaktadır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir